
Siper Yoldaşlığının Sıcaklığıyla..
“Biz dağız, yer değiştirmeyiz. Biz şiirsiz kurumayız. Biz rüzgârız, eğilmeyiz.
Bizler doğum sancılarıyız, sonumuz gelmez.
Bizler yaşamın kendisiyiz, erimeyiz.”
— Serko Bekes
Yolum Avrupa’ya düştü… Ne yalan söyleyeyim, biraz da utanıyorum. Ne desem, nereden başlasam bilemiyorum. Daha önce de seninle ilgili bir şeyler paylaşmıştım, yine paylaşmak istiyorum. Çünkü unutulmaya yer olmamalı zihinlerimizde.
Birçok yazar, şair, filozof yaşam üzerine çok şey söyledi ama bana kalırsa yaşama en anlamlı dokunuşları yapanlar hep devrimciler oldu.
Karlı, yağmurlu havalarda seni gazetelerle elinde görürdüm. Zor zamanların militanıydın. O zaman anlamıştım: militanlık sadece bir görev değil, bir yaşam biçimiydi. Sen yaşamın her alanında bir emekçiydin.
“Yoldaş, Kobanê’ye gideceğim” dediğinde gözlerin gülüyordu. “Devrimi görmek istiyorum” derdin. En yakın yoldaşın Feti Abi’yle gideceğini söylüyordun. Seni yolcu etmeye geldim ama göremedim. Arkadaşlar Ankara’da olduğunu söylediler. “Yüzük takmaya gitti” dediler oğluna… Belki hissetmiştin, belki de bir daha dönemeyeceğini.
Cemil Abi…
O an Esenler’de hayat durdu. Camcı cam takmadı, çaycı çay vermedi, fırıncı ekmek çıkarmadı, simitçi gelmedi… Yoksulluğun ortasında, hep devrim şehidi olmak istedin. Senden önce yitirdiklerimizi karşılamaya gittin biliyorum. Mahallede dokunduğun herkes seni uğurlamaya geldi. Alkışlarla, sloganlarla.
Aslında aramızdaydın hâlâ. Bunu bir mecaz olarak söylemiyorum; düşüncelerin, duyguların bilincimizde bizimleydi. Devrimcileri hep doğaya benzettim: Güneşin sarı sıcaklığına, gökyüzünün maviliğine, ağacın yeşiline, çiçeklerin kokusuna, kuşların kanat çırpışına… Sen de tıpkı doğa gibi izleyenlerine görsel bir şölendin. Doğa kendini nasıl yeniliyorsa, sen de çevrene hep umut ve yenilenme taşıyordun. İnsanlara özgürlük çağrısı yayılıyordu gözlerinden.
İyi ve güzel şeyler için yaşanıyorsa hayat, sen de her devrimci gibi bunu yaptın. Sosyalizmin vaat ettiği "yeni insan"ın sadece bir yansıması değil, kendisiydin. Yoldaşların seni tanımalıydı, yeni yoldaşlar gözlerindeki inancı görmeliydi. Barikatta seninle birlikte olmalıydılar. “Yoldaşım!” demeliydiler sana.
Ve sen...
En çok masa tenisi oynamayı severdin. Yorulmak bilmezdin. Tişörtünü çıkarır, bizi sıraya dizerdin. Yenilirdik. Sonra ter içinde Esenler sokaklarında gazeteni dağıtır, mavi tişörtünle mahalleyi renklendirirdin.
Kürt meselesi ve Maoizm üzerine çok tartışmalar yapardık seninle. Mütevazıydın. Sadeydin. Kibirsizdin. Bireysellik bilmezdin. Yoksulun dostu, emekçinin yoldaşıydın. Eskiden bir gelinlik dükkânın vardı. Emekçiliği sadece savunmazdın; yaşardın.
İlçe pikniklerinde herkesi çağırırdın, beni bile… Yolu hep yanlış tarif ederdin. İki kere aynı yerden geçsek de “Geldik yoldaşlar!” derdin. Kahkahalarınla hepimizi güldürürdün. Etleri sen pişirirdin, biz top oynardık. Bıkmazdın, yorulmazdın. Çünkü sen hiçbir zaman yorulmazdın yoldaşlar için…
Yolun Amed zindanlarından geçti. Bir kitapta okumuştum:
“Yağmur kuşlarının kanatları kurursa, yere düşerlermiş. Yaşamları kısa ama anlamlı olurmuş.”
Tıpkı devrimciler gibi… Yaşamlarımız kısa, yaşadıklarımız anlamlı.
Ve sen bize bunu öğrettin…
Seninle militanlık üzerine konuşmalarımızda hep şunu derdin:
“Militanlık, zor şartlar altında örgütün görevlerini yerine getirebilmektir.”
18 yaşında bir genç devrimci gibi örgütlü, disiplinli bir militan oldun hep.
“Biz açlığı paylaştık / Hepimiz eşit yiyelim diye
Biz çıplaklığı paylaştık / Aynı giyinelim diye
Biz kanı da paylaştık / Eşitçe ölelim diye…”
Eğer doğum ve ölüm ortak birer insanlık hâliyse,
Nasıl ki doğum yaşamı anlamlı kılıyorsa,
Ölüm de bir o kadar anlamlı kılmalı yaşamı.
Ve sen…
Ölümsüzlüğün sırrını keşfedenlerdensin.
Altın çağ mücadelemizde yaşayacaksın,
Siper yoldaşlığının sıcaklığıyla...
Şafak Özer
4 Temmuz 2025