
Derinleşen Ekonomik- Siyasi Kriz, Keskinleşen Toplumsal ve Sınıfsal Çelişkiler Dinamiği!
Bir toplumun, bir toplumsal formasyonun tarihi; üzerinde yükseldiği, öz ve biçim alarak şekillendiği ekonomik, siyasi, kültürel yapının ürünüdür.
Tarihsel-toplumsal olarak yaşanan sürece baktığımızda, genel tarihsel ve toplumsal bütünselliği içinde irdelediğimizde; "TC" devletinin bazen kısmen inişli çıkışlı da olsa, esasen tarihsel ekonomik-siyasi krizler ve çatışmalı bir süreci yaşadığını ve bu yapısal süreçten çıkamadığını görüyoruz.
Kuşkusuz bir ülkenin, bir bölgenin veya bir coğrafyanın tarihsel sürecini, yaşamını belirleyen, dünya ekonomik-siyasi yapısı içindeki konumunu ve yerini belirleyen, o ülkenin veya bölgenin nasıl bir sosyo-ekonomik yapıya sahip olduğudur. Dünya siyasi ve ekonomik egemenlik sistemi içinde nasıl bir stratejik-jeopolitik konuma ve pozisyona sahip olduğudur.
Dolayısıyla; "TC" devletinin burjuva demokratik devrim sürecini yaşamamış olması, geri üretim ilişkileri pozisyonu, emperyalizme bağımlılık, dini, etnik, mezhepsel ve azınlık sorunları gibi oldukça karmaşık ve devasa sorunlarından dolayı, egemen sınıflarla ezilen toplumsal dinamikler arasında sürekli bir gerginlik ve çatışma hali mevcuttur. Çelişkilerin hep derin, keskin ve üst boyutta seyretmesi, egemen sınıfların ve devlet erkinin sürekli faşizme başvurmasını da beraberinde getirmiştir. Tarihi boyunca işçilere, emekçilere, ezilen ulus ve halklara bunu yapmış, bugün de en azgın bir biçimde bu saldırılarına hiçbir sınır tanımaksızın fütursuzca devam etmektedir.
Derinleşen Ekonomik-Siyasi Kriz!
Her geçen zaman ve yıllar içinde biraz olsun hafifleyen veya gerileme eğilimi gösteren göstergeler ve tabloyla değil, aksine her yıl daha da boyutlanan, derinleşen, daha geniş yığınları ve kitleleri içine çeken, adeta yutan bir kara delik misali; egemen sınıfların ve bugünkü temsilcilerin tüm "pozitif" söylemlerine, göz boyamaya ve manipülasyonlarına rağmen, iktidarları boyunca halkın emeği, alın teri ve vergileriyle yapılmış 100 milyarlarca dolar boyutunda kamu mallarını, işletme ve fabrikalarını hazine mezat yandaşlarına satarak özelleştirmeler yapmalarına rağmen, düzeltmeyi veya biraz olsun geriletmeyi bırakalım, her geçen yıl daha da derinleşen bir ekonomik ve siyasi krizle, çıkmazla karşı karşıya olduklarını görüyoruz.
Mağdur edebiyatıyla, ezildik, horlandık propagandasıyla kitlelere, özellikle Müslüman mahalleye seslenen, bundan sonra biz varız, biz iktidara geldik, "altın çağımızı yaşayacağız" diyen; üç Y'ye (yoksulluk, yolsuzluk, yasaklar) karşı mücadele edip ortadan kaldıracağız diyerek büyük yalan ve manipülasyonlara başvuran, milyonlarca işçi, emekçi ve yoksul için büyük çekilmez sorun ve dert olan halkın can alıcı-can yakıcı sorunlarını çözeceğiz taahhüdünde bulunan, Kürt açılımı ve Alevi açılımı gibi sorunları gündeme alanlar, ilk yıllarda kısmen de olsa hak ve özgürlükler meselesinde devletin-yönetimin daha esnek davranması, umut vadetmesi nedeniyle milyonları etkilemeyi, kandırmayı ve peşinden sürüklemeyi başardılar. Bununla birlikte yıllardır sürdürdükleri iktidarlarında adım adım tüm devlet kurumlarını en ücra köşelerine kadar ele geçirdiler. Kendilerinden olmayanları temizleyerek tümüyle kendi kadrolarını yerleştirdiler. Eğitimden başlayarak tüm alanlarda olduğu gibi üniversiteleri, sağlık, güvenlik bürokrasisinden, orduyu, ekonomiyi tümüyle kendi iktidarlarına ve yandaşlarına çalışacak şekilde dizayn ettiler. Karşı çıkan veya itiraz eden herkesi zaman içinde tasfiye etmekten çekinmediler. Dolayısıyla da tüm bu alanlarda tam bir hakimiyet ve adeta saltanat sürdürdüklerini rahatlıkla söyleyebiliriz.
Yukarıda ifade etmeye çalıştığımız tüm bu mağduriyet, demokrasi, hak ve özgürlükler edebiyatıyla yola çıkan, ülke yönetiminde sahnede yer alan; milyonlarca ezilen, sömürülen, baskı ve zulüm altında olan yığınların büyük ve can alıcı sorunu olan yoksulluğu, yolsuzluğu ve yasakları ortadan kaldıracağız, bunlara savaş açtık diyerek on milyonlarca insanın duygularını sömürerek iktidara çöreklenenlerin; "TC"nin kuruluşundan bu yana ağır bir milli baskı-zulüm altında, katliam ve soykırımlara uğramış Kürt Ulusu'na haklarını veya kısmen de olsa bazı haklar vereceğiz yanılsamasını yaratarak büyük destek alması, keza tarih boyunca büyük zulümler görmüş, yok sayılmış ve katliamlara uğramış Alevilere karşı da aynı hileci ve entrikacı oyunlar oynayan ve zamanla iktidarda iyice yerini sağlamlaştırdıktan sonra nasıl zalimleştiğini, gelmiş geçmiş bütün iktidarlara adeta rahmet okuttuğunu yaşayarak gördük. Tüm toplumsal ve sınıfsal dinamiklerin de bunu iliklerine kadar yaşadıklarını görüyoruz.
Bugün aslında AKP-MHP bloğu-iktidarı büyük bir korku, panik ve tedirginlik de yaşıyor. Bir yerden ipin ucu kaçırıldığında büyük sonlarının geleceğini, muazzam bir boyutta iktidarlarına karşı oluşmuş, birikmiş ve mayalanmış büyük bir tepkinin, öfkenin bir yerden patlayacağını, patlarsa böyle bir selin önünde duramayacaklarını biliyor ve düşünüyorlar. Çünkü yıllardır büyük bir ekonomik krizin faturasını, ezilen işçi emekçi sınıflara ve katmanlara yüklemektedir. Buna paralel olarak da tüm militarist güçlerini hak, hukuk, adalet ve yasa mevhumunu tümüyle askıya alıp ortadan kaldırarak saldırıların hedefine tüm muhalif güçleri de koymaktadır. Son zamanlarda bu saldırılara kendine rakip, muhalefet eden burjuva muhalefet güçlerini de dahil ederek ve de saldırıların dozunu her geçen gün daha da artırarak var gücüyle saldırmaya devam etmektedir.
Derinleşen Yoksulluk, Genişleyen Yoksul Taban!
Uzun bir süredir ve yıllardır Türkiye/Kuzey Kürdistan coğrafyasında büyük bir ekonomik ve siyasi krizin yaşandığını, bu krizden toplumun %85'inin tüm yaşam alanlarında derinden etkilenerek yaşadığını, hissettiğini ve buna tanıklık ettiğini biliyoruz. Bir avuç "kaymak tabaka"nın dışında on milyonlarca ezilen, sömürülen işçiler, emekçiler, kadınlar, LGBTİ+lar, ezilen ulus ve azınlıklar, inanç grupları büyük zorluklar ve sıkıntılar içinde yaşam mücadelesi veriyorlar.
İşçi ve emekçilerden, tüm çalışanlardan devlet ve iktidar trilyonlarca vergi topluyor, ama işçi emekçilere ve yıllarca çalışıp emek vermiş, ömür tüketmiş emeklilere gelince tam bir sadaka toplumu yaratma kültürüyle hareket ediyor. Sanki tüm çalışanlara, işçi emekçilere, emeklilere kendi ceplerinden veriyorlarmış havasındalar. Oysa ki milyonlarca çalışanın, emekçinin emeğini, alın terini ve geleceğini çalan, onların emekleri üzerinde asalakça yaşayarak saltanat süren kendileri.
Bu yılın başında açıkladıkları asgari ücretin alım gücü daha birkaç ayı geçmeden, 22 bin 75 lira olan açlık sınırının altına düşmüş durumda. Hele emekliler için hiç fazla söze gerek yok. Hem asgari ücretle yaşam mücadelesi verip ayakta kalmaya çalışan emekçiler, hem de emekliler bugün açlığın, yoksulluğun ve sefaletin dibini yaşıyorlar.
Sürdürülen vahşi kapitalist ekonomik politikalar nedeniyle küçük üreticiler, esnaf vb. küçük işletme sahibi gruplar da maliyetlerin yükselmesiyle birlikte işlerini yürütemeyip, bir bir kapatarak işçiler veya işsizler ordusuna katılmak zorunda kalıyor. Çünkü büyüklerle rekabet edecek güçleri kalmıyor. Zaten giderek orta sınıf diye bir sınıf da kalmadı, kalmayacak.
Dolayısıyla, üstte komprador tekelci tabaka büyüyerek zenginleşip merkezileşirken, altta işçi emekçi sınıflar, yeni katılan orta sınıftan gelenlerle yoksullaşma tabanı da büyümeye ve çoğalmaya devam ediyor.
AKP-MHP İktidarı Saldırı Hedefini Genişleterek Yol Almaya Çalışıyor!
Bu iktidar yıllardır (23 yıl) tüm işçilere, emekçilere, toplumun tüm ötekilerine ve mağdurlarına karşı sürdürmeye devam ettirdiği acımasız, koyu ve ağır sömürü koşullarını adım adım örerek, yerleştikçe yerleşen, geçmişte ağır bedeller ödenerek kazanılmış ekonomik, demokratik, siyasal ve sosyal hakları da bir bir budayarak, gericileştikçe gericileşerek koyu bir faşizm noktasına getirdi. Burjuva hukuk normlarını dahi rafa kaldırarak, tüm anayasal-hukuksal normları da kendine göre ele alıp uygulayarak, kendinden olmayan, kendine biat etmeyen, kendine muhalefet eden, eleştiren ilerici, devrimci, sosyalist-komünist güçler yanında, tüm toplumsal dinamikleri, diğer yandan kendine rakip olan diğer burjuva klik ve partileri de saldırı hedefine koyarak, polis, yargı ve hapishane sopasını da son zamanlarda çok yoğun kullanarak, kendi dışındaki toplumu sindirip korkutarak teslim almaya çalışıyor.
Aslında iktidar büyük bir korku ve panik içinde olduğu için bu kadar saldırganlaşıyor. Yıllardır uyguladığı yoksul milyonlardan alıp, zenginlere, kendi şürekası ve yandaşlarına veren, onları her geçen yıl besleyip büyüten ekonomik siyasi politikaları, halk düşmanı icraatları nedeniyle kitleler nezdinde güç kaybettiğini ve giderek eridiğinin de farkında. Yıllardır izledikleri aşırı sömürücü, talancı ve gaspçı siyasetle büyük bir ekonomik kriz yarattıkları, bunun içinden bir türlü çıkış yolu bulamadıkları gerçeğini kendileri de görüyorlar. İşte bu nedenle kitleleri, ezilen, sömürülen milyonları olağanüstü baskı altında tutarak, tüm sınıfsal ve toplumsal dinamikleri baskı, zor, şiddet yöntemleriyle kuşatmaya alarak teslim almaya ve içine düştükleri çukur, kriz ve çıkmazdan kurtulacaklarını hayal ediyorlar. Bu yolu izlerken; kendilerine hizmet eden, güç veren, kendilerine çalışanlar dışında, kendilerine muhalif tüm güçlere de adeta düşman hukuku uyguluyorlar.
Olağan bir dönem-süreç değil, olağanüstü, akla hayale gelmedik saldırı ve operasyon dizileriyle tam bir olağanüstü hal dönemi yaşıyoruz Türkiye/Kuzey Kürdistan coğrafyasında. Her sabah insanlar uyandığında yeni bir saldırı, operasyon, gözaltı ve tutuklamalar furyasıyla karşılaşıyor. Bitmez tükenmez operasyonlar, gözaltılar ve tutuklamalar. Bu kadarı da olamaz dedirten saldırganlık hat safaya çıkmış durumda. Her türlü ekonomik, demokratik, siyasal hak talepli yürüyüş, gösteri, mitingler, işçi sınıfının yasal hak arama eylemleri, açlık yoksulluk sınırında çalışma koşullarına veya iş güvenliği-işçi sağlığının hiçe sayılmasına, çalışma koşullarından kaynaklanan iş cinayetlerine karşı geliştirilen her türlü gösteri ve grevler, bugüne kadar sürekli patronların yanında durmuş hükümet tarafından, çeşitli gerekçelerle hemen yasaklanıyor.
İşletilen bu zulüm çarkına, uygulanan bunca baskı, polis terörü ve saldırılara rağmen yine de işçi emekçiler, devrimci demokratik güçler birçok direniş, gösteri, yürüyüş, grevler örgütlüyor, yapıyor, direniyor ve boyun eğmiyorlar.
Yine bir taraftan adı konulmamış bir süreçten bahsedilip, perde arkasından bir şeyler yürütülürken Kürt hareketine ve de bileşenlerine (HDK-Halkların Demokratik Kongresi. Son yapılan operasyonda 30 kişi tutuklandı) karşı hem legal siyaset alanında hem de Irak-Suriye Kürdistan bölgelerinde askeri saldırılar, nokta atışlar ve suikastler tüm hızıyla devam ediyor. Bunlar yanında arka arkaya hem Kürdistan bölgesinde kayyum atamalarla irade gaspı, hem de batıda kendine rakip olarak gördüğü CHP'li belediyeleri kıskaç altına almaya, kayyumlar atamaya ve İstanbul belediyesi nezdinde daha büyük kuşatmanın hazırlıkları adım adım örülmeye çalışılıyor.
Bu Abluka ve Kuşatmayı Kırmanın Yolu!
Bu kuşatmayı ve bu ablukayı kırmanın-dağıtmanın yolu kuşkusuz işçileri, emekçileri ve tüm toplumsal dinamikleri örgütleyerek ortak bir yolda-mecrada harekete geçirmekten geçiyor. Bir başka ifadeyle "ötekiler" dünyasını örgütleyerek, bu insanlık dışı, barbar, talancı ve soyguncu düzene karşı ortak, birleşik mücadele cephesinde birlikte mücadele ederek, bu köhnemiş, tepeden tırnağa yozlaşmış, kirlenmiş ve kokuşmuş insanlık düşmanı, kadın ve doğa düşmanı, tüm insanlığı, yaşadığımız gezegeni yıkıma götüren, barbarlıktan başka bir şey üretmeyen sistemi alaşağı etmekten, başta işçi sınıfı ve tüm ezilenlerin iktidarını kurmaktan geçiyor.
Bunun için de bu mücadelede, bu yolda temel olan, başat olan ve kalıcı olan işçi sınıfı içinde çalışmak, onu örgütlemek, kuşkusuz stratejik bir önem ve doğrultuya sahip. Yarım asrı aşan mücadele tarihimize rağmen bu alanda, sınıf içinde varlığımız yok denecek durumda. Üzülerek belirtmek gerekir ki bu durumdayız. Böyle bir durum normal görülemez ve kabul edilemez. Sorgulanması, sınıfa giden bağların kurulması ve sınıfa giden yolun mutlaka açılması gerekiyor.
Bugün beğenmediğimiz reformist hareketlerin işçi sınıfı ve emekçilerle bağları, ilişkileri bizden daha iyi, etkili ve yoğunsa, bizden daha çok sınıfla ilişkilere sahipse, şapkamızı önümüze koyup düşünmemiz gerekiyor. Örneğin son zamanlarda Gaziantep veya coğrafyamızın herhangi bir yerinde olan grev veya işçi direnişlerinde işin neresindeyiz veya bir etkimiz, bağımız var mı? Sadece keskin açıklamalarla bu işin yürümeyeceği veya kapatılamayacağı bilinen bir gerçektir.
Türkiye/Kuzey Kürdistan coğrafyasında bu devletin kuruluş felsefesi ve resmi ideolojisinin ipliğini pazara çıkaran, o tarihsel dönemde kimsenin yanından geçmeye dahi cesaret edemediği "ilkleri" büyük bir siyasi, ideolojik kararlıkla, cesaretle ortaya koyan bir siyasete, geçmişe ve mirasa sahibiz.
Bu siyaset ilk ortaya çıkışıyla birlikte; dünyada ve ülke coğrafyamızda ezilenin ezileni, sömürülenin sömürüleni olan işçi emekçi kadınlar içinde örgütlenmeyi de stratejik bir yönelim olarak işaret etmişti. Komünist Kadınlar Birliği, keza gençlik içinde öyle. Ama bugün geriye dönüp baktığımızda maalesef bu alanda da sınıfta kaldığımızı görüyoruz.
Sınıf içinde, kadında olduğu gibi keza gençlik içindeki örgütsel durumumuzda içler acısı. Oysaki devrim ve sınıf mücadeleleri tarihinde gençliğin de ne kadar hareketli, ateşleyici ve enerjik rolünün çok önemli bir yere sahip olduğunu biliyoruz.
Sınıf örgütlülüğünden kopuk, kadın ve gençlik örgütlülüğünden kopuk veya en iyi niyetle, devrimin bu temel dayanaklarıyla çok zayıf ve cılız bağları olan devrimci sınıf hareketi, başka bir ifadeyle, Komünist hareket yol alabilir mi? Kesinlikle hayır. Öyleyse; öncelikle bizi bu vahim sona getirip, bu limana demirleyen siyasi ve örgütsel anlayışın açığa çıkarılması ve sorgulanmasıyla işe başlanmalı.
Dürüst, samimi, devrimin ve kolektifin çıkarını esas-temel alan bir sorumluluk ve bilinçle özeleştirel bir sonucun ortaya konması, örgütlülükle bunun paylaşılması gerekiyor. Ya da alttan yukarıya doğru giden bir tartışma-değerlendirme metoduyla bir sonuç çıkarılmalı. En doğru ve demokratik olanı da budur kanımızca. Bu kriz ve tıkanıklıktan, bu kan kaybedici tasfiyeci süreçten çıkışın, buna kapıyı aralamanın ilk adımı bu olmalıdır. Yoksa yaşanan bu kriz ve tahrip edici süreç derinleşerek devam edeceğe benziyor.
Sağlam ve güçlü bir siyasi, ideolojik temele sahibiz. Buraya yaslanarak, devrimci, samimiyet, cesaretle pekala bu kriz dönemi aşılabilir.
24 Şubat 2025
Rıza Öztunç