
Bez Bebekle Sınıra: Göç, Savaş ve Kapitalizm
Rayan sekiz yaşındaydı. Uyandığında, annesi onu sessizce giydirdi. Kapının önünde bekleyen minibüs, onları sınırın ötesine taşıyacaktı. Rayan yanına sadece küçük bez bebeğini alabildi. Babası altı ay önce Beyrut’ta bir hava saldırısında yaşamını yitirmişti. O günden beri annesiyle sürekli yer değiştiriyorlardı. Her vardıkları yerde annesi, “Biraz daha güvendeyiz,” diyordu. Ama Rayan, nereye giderse gitsin, gözlerinde bombaların yankısını taşıyan insanlarla karşılaşıyordu.
Bir gece, annesiyle birlikte yola koyuldular. Ay ışığında, sessizce, nefeslerini tutarak yürüdüler. Üzerlerinden helikopterler geçerken Rayan bez bebeğini sıkı sıkı tuttu. O oyuncak artık sadece bir bebek değil, geçmişin son parçasıydı.
Kaçakçı, çocukları dikenli tellerin ötesine sırayla geçiriyordu. Sıra Rayan’a geldiğinde kalbi deli gibi atmaya başladı. Ay ışığında parlayan teller gözlerini kamaştırdı. Bir an geri dönmek istedi. Ama annesinin eli sıcacıktı sırtında.
“Hadi kızım,” dedi. “Geçiyoruz artık.”
Sınırı geçtiklerinde ilk gördüğü şey yüksek çitler ve silahlı askerlerdi. “Güvenlik” dedikleri, insanları tel örgülerle ayıran bir dünyaydı. Bir çadır kentte yaşamaya
başladılar. Rayan için çocukluk artık sadece bir anıydı; oyunlar, kahkahalar, okul yolları çok uzaklardaydı. Yerini açlık, hastalık ve dışlanmışlık almıştı.
Bugün dünya, insanlık tarihinin en büyük yerinden edilme krizlerinden birini yaşıyor.
Milyonlarca insan savaşlar, yoksulluk, baskılar ve iklim krizleri nedeniyle evlerini terk etmek zorunda kalıyor. Ancak bu devasa göç dalgalarını yalnızca “insani trajedi” olarak görmek, bizi meselenin kök nedenlerinden uzaklaştırır. Mültecilik, rastlantısal bir durum değil; kapitalist sistemin yapısal çelişkilerinin, emperyalist politikaların ve küresel sömürünün doğrudan bir sonucudur.
Kapitalist-emperyalist sistem, kendi çıkarları uğruna savaşları körüklüyor, doğayı talan ediyor, halkları yoksullaştırıyor ve sonrasında da yarattığı yıkımın faturasını emekçi halklara kesiyor. Ortadoğu’dan Afrika’ya, Latin Amerika’dan Asya’ya kadar uzanan geniş bir coğrafyada yaşanan göç hareketlerinin arka planında bu sistemin izleri açıkça görülmektedir.
Emperyalist ülkeler bir yandan silah satarak savaşları körüklüyor, diğer yandan bu savaşlardan kaçan mültecilere kapılarını kapatıyor. Mültecileri “güvenlik tehdidi” olarak damgalayıp tel örgüler ve duvarlarla sınırlarda tutmaya çalışıyorlar. Oysa asıl tehdit, insanlık onuruna vurulan bu darbedir.
Bugün milyarlarca insan, sermaye egemenliği altında açlığa, işsizliğe ve yoksulluğa mahkûm edilmiş durumda. Mülteciler, bu düzende kapitalizmin bedelini ödeyen en savunmasız sınıflardır. Sadece savaşın değil; ekonomik sömürünün, doğanın talanının ve emperyalist müdahalelerin de mağdurlarıdır. Avrupa’da, Amerika’da ve Ortadoğu’da yaşanan mülteci krizleri, kapitalizmin küresel ölçekte yarattığı derin çelişkilerin dışavurumudur.
Mültecilik bir “sınır” meselesi değil, bir sınıf meselesidir. Savaşlardan kaçsalar da,
kapitalist ekonominin ucuz işgücü olarak sömüreceği sistemden kaçamazlar. Mültecilik, kapitalizmin kazananlarıyla kaybedenleri arasındaki uçurumun görünür hale geldiği bir çatlaktır. Bu nedenle çözüm sadece daha fazla insani yardımda değil; bu düzenin kendisini sorgulamakta yatar. Çünkü mülteciliği doğuran asıl kaynak, kapitalist sistemin ta kendisidir: rekabet, sömürü, eşitsizlik ve savaş.
Peki, çözüm nerede?
Sosyalist bir perspektiften bakıldığında, yanıt daha da netleşir. Sosyalizm; halkların eşit, özgür ve barış içinde yaşadığı bir dünya vaadidir. Savaşsız, sömürüsüz, sınırsız bir düzenin inşasıdır. Bu sistemde mültecilik diye bir olguya gerek kalmaz; çünkü insanlar kendi ülkelerinde onurlu, güvenli ve insanca bir yaşam sürdürebilir.
Sosyalist mücadele, mültecileri yardıma muhtaç “mağdurlar” olarak değil; kapitalizmin çarklarına direnen emekçiler olarak görür. Onların kurtuluşu, sadece sınırların kaldırılmasıyla değil; sınıfsal eşitsizliklerin ve emperyalist müdahalelerin ortadan kaldırılmasıyla mümkündür.
Bugün dünyanın dört bir yanında milyonlarca insan kapitalizmin krizleri nedeniyle göç etmek zorunda kalıyorsa, bu durum göçmen karşıtlığına ya da milliyetçiliğe sarılarak çözülemez. Çözüm, halkların birleşik ve enternasyonalist sosyalist mücadelesindedir. İşçi sınıfının uluslararası birliği, hem mülteciliği hem de onu yaratan sistemi ortadan kaldıracak tek gerçek güçtür.
Unutmayalım: Mültecilik bu düzenin kaçınılmaz bir sonucudur. O halde çözüm, bu düzenin kökten değiştirilmesindedir. Emekçi halklar; dillerin, dinlerin ve ulusların ötesinde birleşmeli; dayanışmayı ve mücadeleyi büyütmelidir. Çünkü bu trajediyi sona erdirecek olan, ancak ve ancak halkların birleşik mücadelesidir.
Ve…
Bir gün Rayan, çitlerin ardında değil, özgür bir ülkede bez bebeğini sımsıkı tutarak gülümseyebilsin diye…
Bir gün çocuklar, doğdukları toprakları terk etmek zorunda kalmadan, eşit ve barış dolu bir dünyada büyüyebilsin diye…
Bir gün hiçbir çocuk, sadece “güvende olmak” için yollara düşmek zorunda kalmasın diye…
> Rayan: Arapçada “suya doymuş, ferah” anlamına gelir.
Şafak Özer