Mülteci Gerçeği ve Sosyalizmi Yeniden Düşünmek!
Avrupa uzun yıllardır “özgürlük”, “insan hakları” ve “demokrasi”nin sembolü olarak sunulmakta Gazeteler, siyasetçiler, akademisyenler bu kıtanın insanlık için bir model olduğunu anlatıyor. Ancak bu parıltılı vitrinin ardında, her geçen gün büyüyen bir karanlık saklı: faşizm yeniden sahnede.
Refahın Parıltısı Altında Büyüyen Karanlık
Bugün Avrupa’da sokaklar düzenli, şehirler modern ve ekonomiler güçlü görünüyor. Ancak bu düzenin altında eşitsizlik, güvencesizlik ve korku giderek derinleşiyor. Almanya’dan İtalya’ya, Fransa’dan Polonya’ya kadar aşırı sağ partiler yükselişte. Bir zamanlar marjinal sayılan faşist fikirler, artık televizyon ekranlarında, meclis kürsülerinde ve sosyal medyanın algoritmalarında rahatça dile getiriliyor.
En tehlikelisi ise şu: Faşizm artık açıkça bağırmıyor; sistemin dili haline geliyor. “Güvenlik”, “sınır güvenliği”, “ulusal çıkar” gibi masum görünen kavramların ardında insanlık dışı bir zihniyet yeniden örgütleniyor. Örneğin Almanya’da son yıllarda yapılan anketler, gençler ve aileler arasında göçmen karşıtı söylemlerin ciddi şekilde normalleştiğini ortaya koyuyor; İtalya’da ise aşırı sağ partiler, seçim kampanyalarında göçmen karşıtı politikaları doğrudan gündemin merkezine koyuyor.
Mülteciler : Günah Keçileri
Bugünün Avrupa’sında faşizmin hedef tahtasında mülteciler var. Kapitalist düzenin yarattığı savaşlardan, yoksulluktan ve iklim krizinden kaçan milyonlar, Avrupa kapılarında insanlık dışı koşullarda bekletiliyor. Akdeniz’de ölen çocuklar, dikenli tellerin önünde donarak can veren insanlar, artık sıradan haberler hâline gelmiş durumda.
Sistemin kendisi bu acıların baş sorumlusu iken, suç mültecilere yüklüyor. İşsizlik artıyor, suçlu mülteciler; kira yükseliyor, suçlu mülteciler; sosyal hizmetler azalıyor, yine suçlu mülteciler. Bu durum, Avrupa tarihinin karanlık sayfalarını hatırlatıyor: 20. yüzyılın başındaki pogromlardan 2. Dünya Savaşı öncesi döneme kadar, ekonomik krizlerin ve korku siyasetiyle insanların ötekileştirilmesi benzer bir model izlemişti.
Oysa gerçek ortada: mülteciler bu düzenin değil, bu düzenin mağdurlarıdır. Onlar emperyalist savaşların, kapitalist talanın ve eşitsizliğin ürünüdür. Avrupa bugün mültecilere kapılarını kapatarak kendi insanlığını da dışarıda bırakıyor.
Kapitalizmin Korkusu: Sosyalizmin Yeniden Gündeme Gelmesi ve Sosyal Politikaların Gölgede Kalan Mantığı
Faşizmin yükselişi tesadüf değil; kapitalizmin kendi krizinin bir sonucudur. Sermaye düzeni, derinleşen eşitsizlik ve toplumsal adaletsizlik karşısında sosyalizmin yeniden gündeme gelmesinden korkuyor. Çünkü halk sorgulamaya başlarsa neden bu kadar zengin bir kıtada hâlâ yoksulluk var?” sorusunu sorarsa düzenin tüm meşruiyeti çökecek.
Bu nedenle Avrupa’daki egemenler sosyal politikaları stratejik bir araç olarak kullandı. sağlık, eğitim, sosyal güvenlik, ev kiraları ve çocuk-yaşlı bakım sistemleri, halkın temel ihtiyaçlarını karşılayacak şekilde geliştirildi; ama bu politikaların bir kısmı, aynı zamanda sosyalizmin etkisini sınırlandırmak için tasarlanmıştı.
Sağlık sistemi: Almanya’da Bismarck dönemi sağlık sigortası modeli, 1800 lerde işçi sınıfının sosyal taleplerini azaltmak ve sosyalist hareketleri zayıflatmak için geliştirildi. Benzer mantık, İsveç ve diğer İskandinav ülkelerinde de sosyal güvenlik ağlarının kurulmasında görüldü: Halkın temel sağlık ihtiyaçları karşılanarak devrimci taleplerin önü kesildi.
Eğitim: Ücretsiz veya düşük maliyetli kamu eğitim sistemleri, hem eğitimsiz kitlelerin radikalleşmesini önlemek hem de işgücünü nitelikli hâle getirmek amacıyla güçlendirildi. Sovyetler Birliği’nden gözlemlenen merkezi planlama ve eğitim erişimi modellerinden esinlenilerek tasarlanan bu sistem, kapitalist ülkelerde sosyalist devrim taleplerini sınırlandırmak için bir araç olarak kullanıldı.
Sosyal güvenlik ve bakımlar: Emeklilik, işsizlik yardımları, çocuk ve yaşlı bakımı hizmetleri, halkın temel ihtiyaçlarını karşılamak ve aynı zamanda sol hareketlerin popülerliğini sınırlamak amacıyla kurumsallaştırıldı. Özellikle ev kiralarının yükseldiği şehirlerde devlet destekli konut yardımları, halkın temel barınma ihtiyacını karşılayacak şekilde verildi; ama bu yardımlar, insanların sisteme bağlı kalmasını sağlamak ve toplumsal taleplerin örgütlenmesini engellemek için kurgulandı.
Bu örnekler, Avrupa’nın “refah devleti” maskesinin ardındaki paradoksu gösteriyor: Kapitalizm, sosyalizmin temel ilkelerinden esinlenen politikaları kendi sistemi içinde sınırlandırarak uyguladı; ama bunu yaparken, sosyalizmin kök salmasını engellemeyi de hedefledi. Bugün Avrupa’da sağlık, eğitim, sosyal güvenlik, çocuk ve yaşlı bakımı ile sınırlı konut destekleri varmış gibi görünse de, bu sistemlerin temel amacı hâlâ kapitalizmin sürekliliğini sağlamak ve örgütlü sosyalist hareketleri baskı altında tutmaktır.
Avrupa hâlâ kendini “demokrasinin kalesi” olarak tanıtıyor, fakat bu kalenin surları her geçen gün daha da yükseliyor. Gazeteciler susturuluyor, grevler yasaklanıyor, sendikalar bastırılıyor. Mülteciler “tehdit”, sol örgütler “tehlike” olarak damgalanıyor.
Demokrasi artık bir “ihracat ürünü” haline gelmiş durumda: Dışarıya satılıyor, içeride bastırılıyor. Faşizm, kapitalizmin kendi güvenlik duvarıdır ve bu duvarın ardında sermaye çıkarları korunuyor.
Faşizmin karşısında durmanın yolu, yalnızca eleştirmek değil; örgütlenmektir. Tarih gösteriyor ki hiçbir faşist düzen kendi kendine yıkılmamıştır; hepsi örgütlü halkların, işçilerin, gençlerin, kadınların mücadelesiyle devrilmiştir.
Bugün de aynı gerçek karşımızda duruyor: örgütsüz halk, faşizmin karşısında savunmasızdır. Bir iş yerinde sendika kurmak, bir okulda öğrenci birliği oluşturmak, dayanışma ağları kurmak bunların her biri faşizme atılmış bir tokattır. Sosyalizm ancak örgütlü mücadeleyle mümkündür, çünkü örgüt, halkın bilincinin vücut bulmuş hâlidir. Örgütlü halk, sadece haklarını değil, geleceğini de savunur.
Bugün Avrupa üzerine çöken faşist gölge sadece bir siyasal sorun değil; bir insanlık krizidir. Bu kriz, ancak sosyalizmin evrensel dayanışma anlayışıyla aşılabilir. Kapitalizmin faşizmi, insanları ırkına, kimliğine, pasaportuna göre böler; oysa sosyalizm, bütün ezilenlerin ortak dili ve ortak kurtuluşudur.
Arev Baran












