Maraş, Roboski ve Hapishaneler Katliamlarını Lanetliyor, Ölümsüzlerimizi Saygıyla Anıyoruz!
24 Temmuz 1923’de Lozan’da emperyalistlerce TC’nin “Misak-i Milli” sınırlarının tapusu Türk burjuvazisinin cebine konulduğu günden beri, Türkiye- Kuzey Kürdistan’da ezilen, sömürülen halklara dönük katliamların ardı arkası kesilmeden bugünlere gelindi. TC tarihi boyunca, Kürtlere, Ermenilere, Rumlara, Alevilere ve tabi ki işçi sınıfına ve sosyalistlere yönelik yürütülen bu katliamları bir bir anlatmak bu sayfanın içine sığdırmak mümkün değil. Ama tarih inkara gelmez, bütün her şey gün gibi açıkta.
Aralık ayının, Türkiye- Kuzey Kürdistan’daki farklı ulus, milliyet ve halkları için ayrı bir önemi var. Çünkü Aralık ayında Hem Kürtlere, hem alevilere ve hem de sosyalistlere- komünistlere yönelik insanlık dışı kitlesel katliamların yapıldığı aydır. Bizim, bu tarihi unutmak ve unutturmak gibi bir lüksümüz, bir tutumumuz yoktur olamaz. Her Aralık ayında sınıf kinimizi, öfkemizi bilince dönüştürerek , ölümsüzlerimizi anmayı, faşist TC devleti ve onun katillerini kınamayı, lanetlemeyi ve mutlaka bir gün hesabının sorulacağına olan inancımızı hatırlatmayı devrimci- demokratik bir görev biliriz.
Özellikle 1970’lerin ortalarına gelindiğinde, sınıf mücadelesi inanılmaz bir ivme kazanmış, fabrikalar grevde, işçiler sokakta, üniversiteler boykotta ve eylemde, köylüler toprak işgallerindeydi. Kısacası devrim kapıda gibi duruyordu. Hakim sınıfları ve onların ağababaları emperyalistleri büyük bir telaş sarmıştı. Tam da böylesi bir dönemde, mücadelenin önünü almak için faşist bir askeri darbeye ihtiyaçları vardı. Ama önce birbirine kenetlenmiş kitleleri bölmek, parçalamak gerekiyordu. Bu yüzden, 24 Aralık 1978’de MHP’li faşistler kullanılarak Maraş katliamı gerçekleştirildi. Yüzlerce kadın, çocuk, yaşlı alevi inancına mensup insanlar, devrimci- demokratlar katledildi. Peşine hemen 13 ilde sıkıyönetim ilan edildi ve ardında bir dizi olaylardan sonra 12 Eylül 1980 darbesi gerçekleştirildi. Darbecilerin başı faşist Kenan Evren, “bugün burda biz olmasaydık, komünistler olacaktı” şeklinde tarihe geçen bir itirafta bulunmuştu.
12 Eylül faşist askeri darbesi ile hakim sınıflar nefes almış ve kendi sınıf düşmanlıklarını pervasızca halka karşı uygulamaya koyuldular. İşkenceler, katliamlar artık aleni bir şekilde yapılıyordu. CİA’nin, “bizim çocuklar” dediği faşist generaller çetesi layıkıyla uşaklıklarını yerine getiriyorlardı. Zindanlar tıka basa doldurulmuş, futbol stadyumları, kışlalar işkence merkezlerine dönüştürülmüştü. Ama her şeye rağmen hapishanelerdeki devrimcilerin- komünistlerin direnişini kıramıyorlardı. Hapishanelerden yükselen ses, dışardakilerin moral kaynağıydı. Susturmaları gerekiyordu. O yüzden dünyada bile ender görülen, 19 Aralık 2000 tarihinde 10 bin asker ve özel timin katıldığı, siyasi tutsakların bulunduğu 20 hapishaneye aynı anda operasyon başlatıp, 28 devrimciyi katlettiler. Yüzlercesini ateşli ve kimyasal silahlarla yaraladılar, hapishaneleri harabeye çevirdiler. Dönemin başbakanı Bülent Ecevit, yaptıkları katliamın adını “hayata dönüş” koymuştu. Bunun nasıl bir utanmazlık olduğunu anlatacak kelime bulmak mümkün değil.
28 Aralık 2011 tarihine gelindiğinde hem Orta Doğu genelinde ve hem de ülkemizde epeyce değişiklikler yaşanmıştı. Başta ABD emperyalizmi olmak üzere AB emperyalistler bölgedeki işgal planlarını ve Orta Doğu halklarına yönelik katliamlarını peyderpey uygulamaya koyuyorlardı. Ülkemizde ise, uygulamaya konulan planlara uyum gösterecek, uşaklıkta sınır tanımayacak AKP’yi iktidara getirdiler. Önce, iktidar koltuğunu iyice sağlamlaştırmak için Kürtlere şirin gözüken AKP, Uludere- Roboski katliamıyla gerçek yüzünü göstermiş oldu. 28 Aralık 2011 tarihinde F-16 savaş uçaklarıyla yapılan bombalama sonucu 34 Kürt köylüsü katledildi. Ki bunların çoğu henüz çocuk yaşta sayılabilecek ve sınır ticareti yoluyla ekmeğini kazanmaya çalışan sıradan insanlardı.
Bu katliamlar ne ilk, ne de son katliamlardı. TC tarihi boyunca gözaltında kayıplar, işkenceler, katliamlar hep vardı, bugün de hızından bir şey kaybetmiş değildir. Bu faşist sistemden kurtuluşun bir tek yolu var, o da sosyalizm. Bu köhne düzene mahkum olmak zorunda değiliz, sömürünün, zulmün olmadığı bir başka dünya mümkün. Yaratan biz isek, yöneten de biz olduğumuz zaman barış ve kardeşlik mümkün olacaktır.
Zulmün çarkı bir gün parçalanacaktır!
ADHK Genel Konseyi
10 Aralık 2023