Köln'de Ekim Devrimi paneli yapıldı.

Köln'de Ekim Devrimi paneli yapıldı.

Emperyalist barbarlık, dünyanın her tarafına zehirli bir ahtapot gibi yayılmışken, değişen koşullar ve ortamlar onun hegemonyasını yeniden ve yeniden tesis etmesini gerektiriyor. Dünya üzerindeki bu küresel haydutların paylaşım alanları sürekli değişiyor ve süreçle birlikte yeni paylaşım, sömürü ve egemenlik biçimleri ortaya çıkıyor. Dünya haritası, ezilenlerin acılarının tekrar tekrar yaşandığı bir tabloya dönüşmüş durumda. Suriye’deki son gelişmelerle birlikte, dünya haritası yeniden halkların kanıyla şekilleniyor ve bölgesel, yerel ya da küresel egemen güçlerin paylaşım alanları sürekli olarak yer değiştiriyor.

Dünya böyle bir süreçten geçerken pazar günü Partizan ve Sınıf Teorisi, Köln’de “Ekim Devrimi ve 3.Emperyalist Paylaşım Savaşına Doğru” başlığıyla ortak panel düzenledi.

Sovyetler Birliği’nin dağılış yıldönümüne denk gelen panel aralık ayında coğrafyamızda gerçekleşen tarihi katliamların anılması (ve anımsatılması( Roboski Katliamı, 19 Aralık Hapishaneler Katliamı ve Maraş Katliamı) ve ardından saygı duruşuna geçilmesiyle başladı.

Saygı duruşunun ardından panelin içeriğine ve sunum biçimine dair kısa bir bilgilendirme yapıldı. Görece kalabalık bir katılımla gerçekleşen panelde ilk sözü Partizan temsilcisi aldı. Ekim Devrimi öncesinde, devrim sırasında ve devrim gerçekleştirildikten sonra Lenin önderliğindeki bolşevik örgütün izlediği taktik ve stratejik meselelerden bahsetti. Ekim Devrimi’nden çıkarılacak temel dersler arasında zorun kaçınılmaz bir gereklilik olduğu ve evrensel bir ilke niteliği taşıdığı vurgulandı. Ayrıca, Ekim Devrimi’nde işçi ve asker sovyetlerinin oynadığı kritik role dikkat çekilerek, kitle örgütlenmesinin devrim sürecinde nasıl belirleyici bir güç olduğu ifade edildi. Diğer yandan konuşmada, Lenin’in önderliğinde gerçekleşen Ekim Devrimi’yle devrimci bir partinin gerekliliğine, devrim sürecinde partinin önemli bir rol oynadığına ve partide sürekliliği sağlanmış bir önderliğe duyulan ihtiyaca dikkat çekildi. Partizan temsilcisi, konuşmasına devam ederek Suriye sorununun temelde bir pazar sorunu olduğunu vurguladı. İsrail’in Gazze’ye yönelik hamlesinin, sadece Gazze ile sınırlı kalmayıp, İran’ı savaşa çekmeyi hedefleyen bir stratejinin parçası olduğunu belirtti.

NATO’nun 75. toplantısında, savunma için üye ülkelerin bütçesinin artırılması ve bu toplantısa düşman ülkelerin (Çin, İran, Rusya gibi) belirlenmesi gerektiği yönündeki açıklamaları hatırlatarak, emperyalizmin dünya savaşına yönelik hazırlıklara giriştiğinden bahsetti. Bu tür hazırlıkların, 1.

Dünya Savaşı öncesinde olduğu gibi, günümüzde de benzer şekilde şekillendiğini söyledi. İsrail’in Atlantik emperyalizmi tarafından “koçbaşı” olarak kullanıldığını ve İsrail’e güçlü bir hazırlık desteği sağlandığını belirtti. Temsilci, bu süreçte İran’ın direniş ekseninin darbe alması, Rusya’nın durumunun kötüleşmesi, Basra’daki kontrolün kaybedilmesi ve Çin’in İran’dan aldığı petrolün etkilenmesi gibi gelişmelerin ve hedeflerin olduğunu ifade etti.

Sınıf Teorisi temsilcisi, Ekim Devrimi’nin sınıflı toplumlar tarihinde yeni bir çığır açtığını belirterek sözlerine başladı. Ekim Devrimi ile işçi sınıfı ilk kez yönetici sınıf oluyordu, belirlemesini yaptı.

Ezilen sınıfların Rkim Devrimi’ne kadar neden güçlü bir hareket ortaya koyamadığı sorusunu gündeme getirdi. 10.000 yıllık sınıflı toplum tarihinde ezilen sınıflar neden güçlü bir hareket geliştirememişti? Çünkü o dönemde Karl Marx gibi bir teorik ve pratik saha da çığır açan bir önder yoktu, dedi. Burjuvazi, 10.000 yıllık yönetim tecrübesine karşı, proletarya partisi, sınıfa kendi bilincini verecek tek araç olarak, Marx ve Engels ile şekillenmeye başladı. Onlar, partinin gerekliliğini kavrayarak, partinin sınıfa bilinç taşıma rolünü açığa çıkardılar. Partinin, üretici sınıfın, yani üretim ordusunun devrim yapıp özgürleşmesi yolundaki mücadelesinde başlatıcı ve harekete geçirici rolü olduğunu belirtti. Ekim Devrimi’nin nesnel tarihsel fırsatlar eşliğinde ve Lenin gibi bir önderin önderliğinde şekillendiğini söyledi. Rus Çarlığı’nın zalimliğiyle oluşan halk içindeki hoşnutsuzluğun bir enerjiye dönüşmesi, devrimi tetikleyen unsurlardan biriydi. 1917 Devrimi’yle, kapitalizm ve sosyalizm arasındaki fark sınandı ve pratik olarak görüldü. Sosyalist devriminin açtığı yol, ulusal kurtuluş mücadeleleri, kadınların eşitlik ve kurtuluş mücadelesi, işçilerin ve diğer ezilen sınıfların mücadeleleri için bir ilham kaynağı oldu. 1917’den 1975 Vietnam Savaşı’na kadar dünyayı sarsan devrimci fırtınaların kaynağı, Ekim Devrimi’ydi, savı dile getirildi. Günümüzde devrimlerin neden gerçekleşmediği sorusuna verdiği cevap ise ideolojik kırılmalar, Sovyetlerin sosyalist maskesinin düşmesiyle çıplak emperyalist bir ülke haline gelmesi ve 90’larda Sovyetler Birliği’nin dağılmasının, zihinsel dağılmayı güçlendirdiği ve ideolojik kırılmayı pekiştirdiği oldu. Devamen “ancak unutulmamalıdır ki, sınıf varsa, sınıflar arasındaki çelişki varsa, mücadele devam edecektir. Kalelerimizi kaybettik, ancak tarih yeniden ezilenler lehine dönecektir. Zihinlerde burjuvazinin yarat algıları kırmalı ve burjuvazinin yenilmesi için ezilen sınıflar içinde zihinsel ikna sürecini başarmalıyız” denildi.

Sınıf Teorisi Temsilcisi, konuşmasının ikinci kısmında devrimler ile savaşlar arasındaki ilişkiye dikkat çekti. “Savaş, devrimi hasıl eder ya da devrim, savaşı hasıl eder” şeklindeki Leninizmin doğru formülünü hatırlatarak, sürecin bizi nereye götürdüğünü sorguladı. Eğer savaş istemiyorsak, bunu nasıl engelleyeceğiz? Yanıtı ise netti: Devrim yapmalıyız. Bu formülasyon, devrimlerin savaşı engellediğini savunuyor. Savaş, bir yıkımdır, ama bu yıkım içinde yeni bir yapım gerçekleştirilmesi gerektiği vurgulandı. Emperyalizm var oldukça savaşın engellenemeyeceği ifade edildi. Peki, bu düşünceyi kitlesel bir harekete dönüştürebilir miyiz? Her argüman kendi döneminin ruhunu taşır, bu nedenle geçmişin taktiğiyle bugüne yanıt verilemez. Eski tecrübeler var, fakat bunların bugünkü koşullara uygulanabilirliği tartışmalıdır. Bu yüzden geçmişi tekrar etmek yerine, bugünü doğru okumalı ve anlamalıyız. Bugünün koşullarında yüzyıl önceki Marxist ya da Leninist parti çizgilerini izlemek doğru olmayacaktır. Günümüzde postmodernizmin çatışmalar üzerinden şekillendiği ve uluslar arası, toplumsal ve çevresel çelişkilerin manipülasyon aracı olarak kullanıldığına dikkat çekildi. Bu, günümüzdeki manipülasyon sisteminin temelini oluşturuyor. Temsilci, devrimci hareketin daha kitlesel olması gerektiğini ve bu kitleselliğin savaş koşullarında daha da önemli hale geldiğini vurguladı. Topyekün bir üçüncü dünya savaşının olacağına dair beklentilerin yanıltıcı olduğunu, savaşın önceden tahmin edilemeyeceğini belirtti.

Kısa bir aranın ardından panele katılan konuklar, çeşitli yorum ve sorularla tartışmalara katıldılar. Konuşmalarında, dünya savaşı beklentisi, emperyalistler arası dengeler ve diğer konulardaki farklı görüşlerini belirttiler. Bir katılımcı, bir panelist küçük burjuva anlayışına sahip olduğunu söyleyerek,

3. Dünya Savaşı’nın kaçınılmaz olduğunu ancak bu savaşın dünya devrimiyle engellenebileceğini savundu. Türkiye’nin bölgesel müdahalelere dayalı bir karakteri olduğunu vurgulayarak, Orta Doğu’da savaşın kaçınılmaz olduğunu ve bunun nedenlerini açıkladı. Ayrıca, Türkiye’nin küresel ittifaklarda ABD’nin yanında yer almaya mecbur olduğuna değindi.

Bir başka katılımcı ise, dünya üzerindeki askeri yapının değişen şekline dikkat çekti. Özellikle profesyonel ordular ve özel askeri şirketlerin, vatan sevgisinin yerini alarak dünyaya egemen olmaya başladığını söyledi. Bu değişikliklerin, 3. Dünya Savaşı’nın öncüsü olabileceğini ifade etti. Ayrıca, ABD’nin durumunu bir stratejistin görüşlerini referans alarak aktardı. ABD’nin altyapısının eskidiğini, iç borçlarının arttığını ve gençliğin apolitik hale geldiğini belirtti. ABD’nin ekonomik krizini aşamadığını ve Çin ile Avrupa Birliği’nin yükseldiğini ifade etti. Özellikle Çin’in barış içinde kalkınma modeli ve Kuşak Yol Projesi’ni vurgulayarak, Çin’in emperyalist egemenliğinin arttığını belirtti.

Aynı konuşmacı, İrlanda’daki IRA, İspanya’nın Bask Bölgesi’ndeki ETA ile Kürt ulusal Hareketi’nin karşılaştırılmasının yanlış olacağını söyledi. Bu hareketlerin benzerlikleri olsa da, Kürt Hareketi’nin kendi dinamikleri ve bağlamı olduğunu anlatmak istedi. İmralı’ya yapılan çağrınınplanlı bir çalışma olduğunu belirtti. Savaş devrim diyalektiği içinde, “Bugün bölgeye ne buyurabiliriz?” sorusu gündeme geldi. Katılımcı, Suriye’nin düşüşünü tahmin etmediysek, hiçbir şey analiz edemeyiz şeklinde bir yorumda bulundu.

Panelin son bölümünde, “Devlet ile İmralı anlaşırsa devrimcilerin tavrı ne olur?” şeklindeki soruya panelistler, kendi programatik görüşleri paralelinde devrimci bir tutum alacaklarını belirterek cevap verdiler. Son olarak diğer bir katılımcı, iyi tahliller yapıldığını ancak somut olarak ne yapılabileceği, pratik alanın nasıl örgütlenip hayata geçirileceği üzerine bir soru yöneltti.

Gerek panelistlerin görüşleri gerekse konukların aktif katılımı, canlı bir tartışma ortamı oluşturdu. Panelin ikinci kısmında yer alan “Dünya Paylaşım Savaşı” başlığı, Suriye’deki son gelişmelerle birlikte düşünüldüğünde, Ortadoğu ve Suriye’yi tartışmaların odağına taşıdı. Suriye gerçeği, bu tartışmaların temelini oluşturdu.

Önemli bir tartışma alanı yaratan panel, diğer soru-cevaplarla, çağrılar ve temennilerle sona erdi.