Röportaj: Dört yıldır bekliyorlar — her ret, bir hayatı biraz daha askıda bırakıyor.
Ağustos 2021’de politik nedenlerle Türkiye’den ayrılıp İsviçre’ye sığınan bir aile.
Yanlarında sadece birkaç valiz, biraz umut ve arkalarında bıraktıkları bir hayat vardı.
Dört yıl geçti. Kızları İsviçre okullarında büyüdü, dil öğrendi, arkadaşlar edindi. Onlar ise, yeni bir düzen kurmaya çalışırken her seferinde “red” kelimesiyle yeniden sarsıldılar.
Üçüncü ret mektubu kısa süre önce geldi — şimdi önlerinde yalnızca federal mahkemeye yapılacak son başvuru kaldı.
Son dört yıl boyunca günlük hayatınız nasıldı?
Başlarda çok zordu. Sonuçta her şeyinizi bırakıp geliyorsunuz; dil, okul, iş, kültür… Hepsi yeniden öğrenilmesi gereken şeylerdi. Yaklaşık beş buçuk ay kamplarda kaldık. Sonra Greifensee belediyesine transfer edildik, sonunda sadece bize ait bir eve yerleşebildik.
Kızım Lera okula başladı, küçük oğlumu ise önce oyun grubuna verdiler. Ben hemen dil kursu talep ettim ama başta sadece kilisede verilen, haftada iki gün süren ücretsiz bir Almanca kursuna gidebildim. Eşim iş aradı ama N kimliği olduğu için hiçbir işte çalışamıyordu. Belediyenin ayarladığı bir bakım evinde iki yıl boyunca haftada iki gün çalışabildi sadece.
Daha sonra üç ay kadar bir kuru yemiş paketleme işinde yüzde yüz çalıştı, ama sözleşmesizdi —“gönüllü çalışma” adı altında yapıldığı için maaş yerine çok az bir ücret veriyorlardı. Belediyeden her ay 150 frank ek ödeme alabiliyorduk, o kadar. Son redden sonra çalışma iznimiz de, kurslar da iptal edildi. Yine de biz buradaki hayata çok çabuk adapte olduk.
Komşularımızla, İsviçrelilerle, farklı ülkelerden gelenlerle, çocukların okulundaki velilerle iyi ilişkiler kurduk. Sohbetimiz, iletişimimiz hep düzenli oldu.
Lera okula başladığında öğretmenlerin tavsiyesiyle ikinci sınıftan başlattılar. Öğretmenleriyle, arkadaşlarıyla arası çok iyi. Artık birçoğumuzun işini kendimiz halledebiliyoruz.
Ben dili öğrendim; doktor randevularını, okul toplantılarını, resmi yazışmaları kendim yapıyorum.
Ama zorlukları hâlâ çok. En başta çalışamamak… Türkiye’de 20 yıl kesintisiz çalıştım. Burada bunu yapamamak, kendi emeğinle bir şey üretememek insana çok ağır geliyor. Sosyal yardımla yaşamak başta çok utanç vericiydi. “Mülteciler bizim vergilerimizle geçiniyor” sözlerini duydukça içim acıyordu.
Burada yaşarken kendi düzenini kuramıyorsun. Sana ait bir hayat yok; başkalarının belirlediği kurallar içinde yaşamak zorundasın.
Mesela şu an kaldığımız evde bir oda fazla diye belediye bize “o odayı başka biriyle paylaşacaksınız” dedi. Kabul etmesen bile mecbursun, çünkü sistem böyle işliyor.
Biz “o fazladan odanın kirasını ödeyelim, yeter ki evimiz bize ait olsun” dedik, ama kabul edilmedi. Yine de politik duruşumdan hiç vazgeçmedim. Türkiye’de sendikalarda ve çeşitli derneklerdeçalışıyordum, burada da elimden geldiğince o çizgiyi sürdürmeye çalışıyorum.
Kararın size nasıl ve ne zaman bildirildiğini anlatabilir misiniz?
Son karar 25 Şubat tarihliydi. Avukatımız aracılığıyla öğrendik. Açıkçası büyük bir şok yaşadık. Hiç beklemiyorduk, çünkü artık olumlu bir sonuç alacağımıza inanmıştık. Kararı görünce neye uğradığımızı şaşırdık.
O anki panik hâlini anlatmak zor. Kızım artık 12 yaşında ve her şeyi çok iyi anlıyor. Ona bu kararı açıklamak zorunda kalmak, yaşadığımız en zor anlardan biriydi. Sürekli ağladı, geceleri sayıklamaya başladı, kontrolsüz şekilde yemek yiyordu. Sonunda psikolojik destek almaya başladık. Bu karar sadece bizim için değil, çocuklarımızın da bütün dünyasını altüst etti.
Olası bir sınır dışı kararı sizin ve çocuklarınız için ne anlama geliyor?
Bunu hiçbir şekilde düşünemiyorum. Türkiye’de zaten güvenlik güçleri tarafından taciz edilme, tehdit edilme gibi sorunlar yaşadım — bu yüzden buraya çıkmak zorunda kaldım. Zorunlu olarak geldim; yoksa böyle bir tercihim hiç olmazdı. Üstelik Türkiye’nin burayı da takip ettiğini, orada olmanın güvenli olmadığını biliyoruz — oraya dönmek benim için büyük bir risk.
İki çocuğum var ve çocuklardan kaynaklı ekstra bir kaygı yaşıyorum. Onların güvenliği her şeyden önce geliyor. Küçük olanımız buraya çok küçük yaşta geldi ve burada büyüdü; Türkiye ile ilgili hiçbir bağı, anısı, yaşamı yok. Kızım da burada adapte oldu. Onların hayatını, eğitimini, arkadaşlıklarını, güven duygusunu elinden almak demek tahammül edilemez bir şey.
Bu yüzden burada bütün hukuki haklarımı sonuna kadar kullanacağım. Verilen kararın çok haksız ve yanlış olduğunu düşünüyorum. Hukuksuzluk ve kanun ihlali olduğunu hissediyorum. İster yetişkin olsun ister çocuk, hiç kimse böyle bir korku ve tehdide maruz kalmamalı. Geri dönmeyi düşünmek bile istemiyorum.
Biz kesinlikle hiçbir şekilde kendi irademizle veya isteğimizle Türkiye’ye dönmeyeceğiz; dönmek istemiyoruz. Eğer bize hukuka aykırı herhangi bir uygulama yapılırsa, bu durum tüm insan hakları savunucularının, baroların ve sivil toplum kuruluşlarının dikkatine açık bir çağrıdır. Hakkımızı sonuna kadar arayacağız ve herkesin bunu açıkça savunmasını bekliyoruz. Biz bu kararlılığımızı açıkça ilan ediyoruz.
Bu karara karşı hukuki adımlar attınız mı? Attıysanız, neler yapıldı?
Evet, hukuki adımlar attık ve atmaya da devam ediyoruz. Yeniden SEM’e başvuru yaptık, ancak onlar başvurumuzu tekrar reddettiler. Kararda, “federal mahkemeye itiraz edebilirsiniz” denildi, biz de bu hakkımızı kullanıyoruz.
Kararın gerekçesi ise gerçekten akıl alır gibi değil. SEM kararında, benim “politik olarak düşük profilli” biri olduğumu, bu yüzden Türkiye’de herhangi bir sakınca görülmediğini yazmışlar.
Bu ifade bana çok garip geliyor. “Düşük profil” ne demek? “Yüksek profil” kim?
Biz bir banka yöneticisi yada büyük bir kurumun çalışanı değiliz ki böyle bir ayrım yapılsın. Politik kimlik ve risk, makamla ya da ünvanla ölçülmez. Bu değerlendirme hem keyfi hem de gerçeklikten kopuk.
Biz bu nedenle federal aşamada mücadelemize devam ediyoruz, çünkü bu kararın hem hukuken hem vicdanen yanlış olduğuna inanıyoruz.
Devlet kurumları, sivil toplum kuruluşları ya da komşularınızdan destek aldınız mı?
Evet — destek çok güçlü oldu. İsviçre’de diyalog halinde olduğumuz herkes bu karardan dolayı üzüntü duydu, haksız olduğunu söylediler ve “ne yapabiliriz?” diye sordular.
Kilisede gittiğim Almanca kursunun yetkilileri durumu görünce bir destek mektubu yazdı; kararın yanlış olduğunu belirttiler. Bulunduğumuz belediyeden, oradaki bir belediye başkanı da bize
destek veren bir mektup kaleme aldı. Okuldaki veliler ortak imza kampanyası başlattılar — “bu aile burada kalmalı” diye imza topladılar. Komşularımız ve İsviçreliler de mektuplar yazdı;
Almanca pratiği yaptığım bir arkadaşım da açıkça yanımızda durdu. Kızımın arkadaşları ve onların aileleri bile mektup yazdı: “Arkadaşımızı kaybetmek istemiyoruz” diye.
Bu destekler hem duygusal hem de hukuki mücadelemiz açısından çok önemli. İnsanların yanımızda olduğunu görmek bize güç veriyor.
Sığınma sürecinde dikkate alınmadığını düşündüğünüz özel durumlar var mı?
Kesinlikle var. Kararı okuduğumda “bunu insanlar mı verdi, yoksa bir makine mi?” diye düşündüm. Dosyamdan uzak, benim için hayati önemi olan meselelerin göz ardı edildiğini hissediyorum.
Türkiye’de belediye başkanlığına aday olmuştum — SMF/TKP (Sosyalist Meclisler Federasyonu/ Türkiye Komunist Partisi) adına adaylığım sürecinde bana zorluk çıkarmaya başladılar.
Usulsüzce görevimden alındım, işimden edildim; yerimi değiştirmek zorunda kaldım, taşındım. Tehdit edildim, taciz edildim. Yasal yollarla çağırın diye ısrar etmeme rağmen polis ve jandarma tarafından dışarıda çağrılmaya, görüşmeye zorlandım. İnsan Hakları Derneği’ne (İHD) başvurdum;
onlar da bazı şeyler yapmaya çalıştı ancak basın açıklaması yapmaktan korktum — açıkça güvende hissetmiyordum.
Ayrıca ailemdeki durum da risk oluşturuyor: kardeşim PKK’den gerilla olarak bahsedildi — bu tür aile bağları yüzünden üzerimde ekstra baskı hissettim. Baskılar arttıkça başıma daha kötü bir şey gelmeden yurtdışına çıkmaya karar verdim.
Bunların hiçbiri dosyada yeterince değerlendirilmemiş gibi görünüyor. Politika nedeniyle hedef alındım; yaşamımdaki somut olaylar (işten atılma, tehditler, jandarma/polis müdahaleleri, İHD başvurusu vb.) göz ardı edilerek “risk yok” denmesi hem gerçekçi değil hem de tehlikeli.
Bu nedenle kararın hem usul hem de esas bakımından eksik değerlendirilmiş olduğunu düşünüyorum.
İsviçre halkına ve yetkililere ne söylemek istersiniz?
İsviçre halkından en çok istediğim şey, biraz empati kurmaları. Bu dünyanın düzeni içinde herkesin bir gün mülteci durumuna düşme ihtimali var. Kimse doğduğu yeri, kaderini seçmiyor. Ama genel politik bakış açısı sanki dünyadaki bütün sorunları mülteciler yaratıyormuş gibi gösteriyor — konut sorunu, işsizlik, ekonomik sıkıntılar hep mültecilerin üzerine yıkılıyor.
Oysa adil bir yaşam alanı, eşit bir fırsat verildiğinde herkes bu topluma katkı sunabilir, üretken olabilir, buradaki hayata dahil olabilir. Ama bu fırsat çoğu zaman tanınmıyor.
Bu kararlarda söz sahibi olan devlet yetkililerinin adil davranmasını istiyorum. Temel insan hakları çerçevesinde hareket edilmesi gerekiyor. Biz bütün hukuki haklarımızı sonuna kadar kullanacağız, bu mücadelenin peşindeyiz.
Ama bu sadece bizim davamız değil. Bizim durumumuzda olan binlerce insan var. Her biri, sadece güvenli ve insanca bir yaşam hakkı istiyor. İsviçre’nin bu sesi duymasını ve vicdanlı bir karar vermesini istiyoruz.
Ateş Ailesi zorla evlerinden çıkarılmak istendi ve geri gönderme kamplarına yerleştirilmek zorunda bırakıldı. Kira bedelini ödemeye hazır olduklarını söylemelerine rağmen, evde kalma taleplerikesin bir şekilde reddedildi. Geri gönderme kampına gitmek, kızlarının okula gidemeyeceği, eğitim ve arkadaşlıklarının kesintiye uğrayacağı, belirsiz ve güvencesiz bir hayat sürmek zorunda kalacakları anlamına geliyor. Budurum, aile için hem duygusal hem de fiziksel bir tehdit oluşturuyor ve kabul edilemez bir adaletsizliktir.
Röportaj: ADKH İsviçre
Fotoğraflar
																	
					
							
					



																
																
																
																
																
																
                  
                  
                  







